Türkiye’de eğitim sistemine dair yıllardır süren tartışmalar, bir profesörün katıldığı panelde yaptığı çarpıcı açıklamalarla yeniden alevlendi. İsmini açıklamak istemeyen akademisyen, üniversite düzeyinde yapılan bir eğitim çalıştayında konuştu ve özellikle tarih, yurttaşlık ve ideoloji temelli derslerde “tek tipçi” bir yaklaşım sürdüğünü öne sürdü.
Profesör, konuşmasında şu ifadelere yer verdi:
“Bugün hâlâ eğitim müfredatında Kemalist bir çerçeve dışına çıkmak neredeyse imkânsız. Alternatif düşünceler, çoğulcu yaklaşımlar ya görmezden geliniyor ya da sistematik biçimde bastırılıyor.”
Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana eğitimin temel dayanaklarından biri olan Atatürkçülük, 100 yılı aşkın süredir devletin resmi ideolojik çizgisi olarak yerini koruyor. Ancak bazı akademisyenler, bu çerçevenin artık esnetilmesi gerektiğini savunuyor. Tartışmanın merkezinde ise “öğrencilere tek yönlü bir tarih ve kimlik algısı mı veriliyor?” sorusu yer alıyor.
Profesörün bu yöndeki açıklamaları, özellikle sosyal bilimler ve pedagojik çevrelerde yankı buldu. Kimi eğitim uzmanları, bu eleştirileri “demokratikleşme ihtiyacının bir parçası” olarak görürken, kimileri ise “ulusal birlik ve tarih bilinci açısından tehlikeli” buluyor.
Profesör, konuşmasında sadece eleştiri değil, çözüm önerilerine de yer verdi. Eğitim sisteminin ideolojik değil, çok yönlü düşünmeyi teşvik edecek şekilde yeniden yapılandırılması gerektiğini belirterek, şu önerileri dile getirdi:
Müfredatın siyasal tarih ve felsefe gibi konularda farklı görüşleri kapsayacak şekilde genişletilmesi
Öğrencilerin sorgulayıcı ve analitik düşünmeye teşvik edilmesi
Tek merkezli değil, katılımcı bir eğitim politikası oluşturulması
Tarih öğretiminde yalnızca kahramanlık vurgusu değil, çok boyutlu analizlerin sunulması
Bu öneriler, Türkiye’de eğitimde reform taleplerinin ne kadar geniş bir tabana yayıldığını da gözler önüne seriyor.
Profesörün açıklamaları, kamuoyunda olduğu kadar siyasette de yankı uyandırdı. Bazı siyasi isimler ve gazeteciler, bu çıkışın “laiklik ve Cumhuriyet değerlerine saldırı” olarak yorumlandığını ifade etti. Sosyal medya kullanıcıları ise konuyu ikiye bölünmüş şekilde değerlendirdi.
Tartışmaya katılan bazı yorumlar şöyleydi:
“Kemalist değerler eğitimde kaldırılırsa, geriye ne kalır?”
“Eleştiri özgürlüğü varsa, bu tarz açıklamalara da yer olmalı.”
“Atatürk’ün fikirleri ideolojik değil, tarihsel bir zemindir.”
“Artık farklı düşünce yapılarına da eğitim sisteminde yer açılmalı.”
Konuyla ilgili görüş bildiren bazı eğitimciler, eğitim sisteminde güncelleme ihtiyacının var olduğunu kabul etmekle birlikte, “dayatma” kelimesinin ağır bir ifade olduğuna dikkat çekiyor. Özellikle Cumhuriyet’in temel ilkeleriyle şekillenen müfredatın tümden reddedilmesinin pedagojik açıdan sağlıklı olmadığını savunuyorlar.
Ancak aynı uzmanlar, öğrencilerin farklı düşünce sistemlerini tanıması, tartışması ve analiz etmesi gerektiği noktasında birleşiyor. Eğitimde çeşitlilik ve çoğulculuk fikrinin ideolojik bir tehdit değil, aksine gelişimin bir parçası olduğu vurgulanıyor.
Profesörün açıklamalarıyla birlikte, akademik özgürlüğün sınırları da yeniden gündeme taşındı. Üniversitelerde bilimsel tartışma ortamlarının genişletilmesi gerektiği savunulurken, bazı çevreler tarafından bu tür görüşlerin “düşünce suçu” olarak lanse edilmesi eleştirildi.
Eğitim reformu, müfredat tartışmaları ve pedagojik yönlendirme gibi başlıkların sıkça konuşulduğu bu dönemde, akademisyenlerin fikir özgürlüğü içinde konuşabilmesi, Türkiye’de akademinin geleceği açısından kritik önemde değerlendiriliyor.